Duvarlar, betonlar, arabalar üzerimize üzerimize gelirken kaçacak ve nefes alacak yer arıyoruz. Kışın soğuktan, yazın da sıcaktan dolayı atamayabiliyoruz kendimizi sokaklara. İşte bahar denen can, tam olarak bunun için var. Limonata gibi hafif rüzgarın, pırıl pırıl güneşin, tadı damaklarda bırakan çiçeklerin mevsimi. Tabiki İstanbul gibi bir şehirde orman, yeşillik, park bulmak oldukça zor...
Hem çocukluğumdan hatırladığım, hem de son dönemde eş dosttan çokça duymaya başladığımız, Bahçeköy/Sarıyer'de bulunan, Belgrad Ormanı'nın içerisinde yer alan Atatürk Arboretumu'nu ne zamandır aklımıza takmıştık . Ziyaret için bulutsuz bir hava kolladık hep, sonunda yakaladık ve koştuk. Öncelikle her zaman yaptığımız gibi bir internet araştırmasına giriştik. İlk olarak evimize 15 dakika mesafede olduğunu öğrendik. Ardından hakkında daha fazla bilgi ararken, pek de faydalı yazılara ve fotoğrafçı elinden çıkmamış, amatör fotoğraflara rastlayamadığımızı farkettik. Bu yazımın tam olarak hedefi budur... Bol bol fotoğraf ve yazılı bilgi ile elimden geldiği kadar anlatmaya çalışacağım bu güzelliği. Herkesin mutlaka gitmesi gereken, mis gibi, tertemiz, şehrin ortasında sakinlik barındıran bir yer...
Bence en az 2-3 saatinizi ayırmanız gerekiyor. Tadıyla, keyifle, uzun uzun gezmeli... Hatta burayı gezdikten sonra ardından hemen Belgrad Ormanı'na geçmek de kesinlikle yapılması gereken bir şey. Bu kadar oksiyenin sonunda akşama yattığınız yeri bilemeyebilirsiniz :)
Öncelikle "Arboretum" Nedir? Vikipedi'ye sordum, söyledi
TIK TIK. Özetle "Ağaçlara Adanmış Botanik Bahçe" anlamındaymış. Bilgi almak için işletmesini de aradığınızda telefonda anlatıyor zaten "Burası bir park, piknik alanı değildir. Burası bilimsel bir ağaç müzesidir. Piknik yapmak, bisiklete binmek, top oynamak, yemek yemek, yasaktır....vs". Bu konuda herkes çok saygılı. Saygılı olmayanlar için de devriye gezen motorsikletli görevliler var ve derhal müdahale yapıyorlar. Bahçenin/müzenin içerisinde, ülkenin iklim koşullarında yaşayabilen, dünyanın dört bir yanından getirilmiş çeşitli ağaçlar bulunuyor. Her ağacın altında ufak bir tabela var ve bilgileri bulunuyor.
Malesef ki giriş ücretli: haftaiçi 5TL, haftasonu 10TL, öğrenci ise yarı fiyatına indirimli. Böyle güzel yerlerin ücretli olması ne yazık ki hiç hoşuma gitmiyor... Ancak, park/orman değil de müze olarak görürseniz biraz daha anlam kazanıyor.
Girişe geldiğinizde "ücretsiz otopark" diye adlandırdıkları bir alanla karşılaşıyorsunuz ama yalan bence. İlerleyen saatlerde kalabalıklaşan mekanın arabaları kesinlikle o alana sığmadı, etrafta büyük kargaşa vardı. Biz ise erken saatte damladığımız için bomboştu. Zaten güzel fotoğraflar çekeyim, rahat rahat ve sessiz bir şekilde gezeyim derseniz, erken saatte gitmeniz tavsiyemdir. Girişteki gişede ödememizi yaptıktan sonra Avrupa'daki parkları andıran mis gibi bir alana adım atıyorsunuz. Girişte sizi mekanın yerleşim planı karşılıyor. Göz atmadan geçmenizi önermem, aksi halde kaybolursunuz (Tamam tamam, kaybolmazsınız ama ben çok korkak bir insanım.)
Ufak bir eğimli yoldan aşağıya doğru yüyüyünce bahçenin kalbine geliyorsunuz. Meydan usulü kurulmuş bu bahçenin ortasında görkemli bir fıskiye karşılıyor sizi. Tüm yollar da bu fıskiyeden doğru etrafa açılıyor.
Biz de en sağdaki yoldan başlayalım diye düşündük. Ufak bir gölün etrafından dolanıp, yukarıya doğru çıkmaya başladık. Bu yol üzerinde öyle güzel manzaralarla karşılaştık ki...
"Kızlı Erkekli Kedili'nin erkeği de çok keyif aldı burada olmaktan. Bana oranla yürüyüşü daha çok seven kocama ilaç gibi geldi bu gezi.
Sanıyorum ki bu yolun başlangıcından, aşağıdaki gölete doğru bir su akışı varmış. Nedendir bilinmez, kurumuş bir şekilde ama ardından çok keyifli bir manzara bırakmış. Katman, katman...
Eğimli yolu, tepeye kadar tırmandığımızda ise arkamızda tüm bahçenin güzelliği seriliyor. Tabiki bize de düşen, sırtımızı verip hemen fotoğraf çekinmek :) Dizi dizi katır tırnakları ile güneş gibi sapsarı parlıyor her taraf. Katır tırnaklarının bendeki önemi neden bu kadar büyük bilmiyorum ama annemin en sevdiklerindendir. Çocukluğumda, katır tırnağı gördüğümüz her yerde annem durur ve severdi hep. Hatta kopartıp, eve getirirdi, çıtır çıtır canlandırırdı her yeri. Bu nedenle beni çocukluğuma götürür, mutlu hissettirir bu çiçek.
Yokuş tırmanmaktan yorulduğumuz noktada eğim aşağıya doğru inmeye başladı. Biraz rahat nefes almaya başlarken yine yukarıya tırmandık, sonra yine aşağıya indik... Birbirini kesen, birbirine çıkan öyle çok yol var ki... Birisinden girseniz, ötekisinden çıkıyorsunuz...
Tüm bu kesişen yollar üzerinde sayısız fotoğraf çektik. Bu fotoğraflardan sadece mekanı anlatmak için ufak bir özet geçiyorum size. Yoksa kendimi alamaz da hepsini buraya yüklersem çok sıkılırsınız :)
Bu dizi dizi ağaçlar çok hoşumuza gitti. Arada bulutların arasına saklanıp, sonrasında yeniden çıkan güneş ile öyle güzel oyunlar oynadılar ki... Gölgeler, ardından ışık kümeleri...
Böyle yokuşlar da çıktık. Fotoğrafta da belki dikkatinizi çekeceği gibi, her yerde ve her köşe başında kameralar var. Bir şekilde güvenlik görevlilerinin, bu kameraları kontrol ettiğini düşünüyoruz.
Çift olarak gezmenin dezavantajı da budur: Beraber fotoğraf çekinmek. Ah ne büyük zorluktur o... Fotoğraf makinesinde, görmeden böyle denk getirebilmeyi de zamanla ve tecrübeyle öğrendik :)
Ben korkak insanımdır, demiştim yukarıda. Korkum boşuna değilmiş... Tabela bile koymuşlar, kaybolabilirsiniz, demişler. Bu noktadan sonra tırım tırım bir geri dönüşüm vardı ki sormayın... Hep "The Walking Dead", "Revolution" gibi dizileri seyretmekten oluyor bundan...
Ağaç manzaraları... Baharlar bu nedenle güzel... Yemyeşil, yeni çıkmış yapraklarla dolu tüm ağaçlar. Yazın koyu yeşile dönecek bu ağaçlar, şuan fıstık yeşili...
Yokuşlar, inişler, çıkışlar...
Tüm yokuşların sonunda çok güzel bir göl kenarına geldik. Bank görmüş masum köylü misali dinlenmek için attık kendimizi üzerine. Hem biraz dinlenmek, hem de gölü izlemek için çok güzel bir fırsattı.
Göl olur da paytak ördekler olmaz mı... O tombili göbeklerini devire devire yürüdükçe, ben dudaklarımı ısırdım durdum. Elimde fotoğraf makinesi, peşlerinden koştum.
Bank bulunur da fotoğraf çekilmez mi... Tabiki çekilir...
Büyük göl öyle güzel görünüyor ki... Biz de anılarımızı taze tutabilmek için beraber fotoğraf çekindik... Bakıp bakıp hatırlamak için...
Gölette paytak ördeklerin bir de başka bir arkadaş grubu var, kaplumbağalar. Kutucuk kutucuk evlerini almışlar sırtlarına, güneşleniyorlar.
Beraber fotoğraf çekinmek demişken... Benim akıllı kocam tam gölün kenarında duran bir çöp kutusunu farketti. Hemen fotoğraf makinesini çöp kutusunun üzerine yerleştirdi ve otomatik çekim moduna aldı. Sonucunda tam boy, beraber bir fotoğrafımız oldu. Yanlız bir çiftken çareler tükenmez ;)
İşte böyle felekten bir gün geçirdik. Akşamüzeri eve döndüğümüzde oksijen çarpması yaşadık, beyin hücrelerimiz kendini kaybetti.
Giderken Mutlaka:
♥ Yanınızda su götürmenizi şiddetle tavsiye ederim. Belki vardır ama biz büfe gibi bir yer göremedik, susuzluktan dilimiz damağımız kurudu.
♥ Fotoğraf makineniz var ise mutlaka yanınıza alın. Öyle güzel manzaralar var ki cep telefonunun kamerasıyla çekilen resimler hakaret olur bu güzelliğe.
♥ Erken saatte gitmeye çalışın. Hem arboretumun içi, hem de Belgrad Oramanı yolu çok kalabalık oluyor, boşuna trafik saatine kalmayın.
♥ Aç gitmeyin, açlığa çok dayanamayan bir yapınız var ise mutlaka ufak bir bisküviyi çantanıza atın. Hem yürüyüşünüzün sonunda yemyeşil çimenlere yayılıp, ufak bir atıştırma anı pek de keyifli olur.
♥ Arabanızı bırakacağınız ücretsiz otopark kısmında da uyarıları göreceksiniz ama bir de ben uyarayım, asla ve de asla arabanızda görünür şekilde değerli eşya bırakmayın. Öyle çok arabanın camını kırıyorlarmış ki...
♥ Eğer ki yakın zamanda İstanbul'da evlenecekseniz, düğün fotoğraf çekiminizi mutlaka burada yaptırın. Mutheşem fon manzaralarıyla ölümsüz fotoğraflarınız olacaktır.
♥ Üstünüze eşofmanınızı, ayağınıza ise spor ayakkabınızı giymeyi unutmayın. Park gibi algılansa da oldukça büyük bir alan, 3 saat normal ayakkabı ile yürümek istemezsiniz.
♥ En önemlisi, yanınıza sevdiklerinizi alın. Beraber fotoğraflar çekinin, çimenlerde yayılıp sohbet edin, sıkı sıkı sarılın. Anılar... En kıymetli...