30 Mayıs 2014 Cuma

Açılan Saçlarla Beraber, Haller-Tavırlar da mı Değişti?


Geçen gün eşimle beraber arabada gidiyoruz ve bir anda durdu "Farkında mısın artık kadınlar saçlarını toplamıyorlar." dedi. Çok saçma geldi bir anda ama sonra yoldaki kadınlara baktım, bizim ofisin çevresinde sürekli karşılaştığım insanları düşündüm... Gerçekten de öyle! Artık kadınlar saçlarını toplamıyorlar, savura savura geziyorlar.Tabiki halen saçlarını toplayan kadınlar var ama oran değişti sanki. İşte, gezmede, denizde, toplantıda, haftasonunda hep aynı... Sadece fönlü/fönsüz, maşalı/maşasız olarak farklılık gösteriyor saçlar...

Kimseyi bir kalıba sokmaya, kadınlar saçlarını toplasın, açsın, boyasın, kapatsın gibi çeşitli kutulamalara girmeyi asla istemem, isteyeni de sevmem :) Ama bilhassa çalışma hayatında, üzerinde takım etek ceketle toplantıya giden bir kadının beline kadar açtığı, savura savura toplantı masasına dökülen saçlarıyla pek de şık bir görüntü sergilemediğini düşünüyorum... 

Bir de bu savrulan saçlarla huylar da değişti sanki. Saçlar gibi haller tavırlar, huylar da savruluyor gibi sürekli...

Yüksek sesle atılan kahkahalar, yalanlar dolanlar, kariyer basamaklarında her şey mübahtırlar, iş arkadaşlarınla kadın-erkek üzerine kurulmuş ilişkiler, bilhassa uzun uzun bacak bacak üstüne atmalar, sanki etrafındaki insanlar sağırmış gibi bağıra bağıra konuşmalar...

Ben de yaşlandım mı acaba :) Eski, hanım hanımcık, şık, asil kadınları özledim sanki...

Bu yağmurlu İstanbul gününden sonra çok keyifli bir haftasonu diliyorum.

Sevgilerimle,


28 Mayıs 2014 Çarşamba

Paramı Geri Alabildim

Bugünkü yazım, Cuma günkü yazımda anlattığım İstanbul Bilişim ile yaşadığım sıkıntının sonucu olacak. İlgili yazım için TIK TIK (yeni pencerede açılır).

İstanbul Bilişim'den paramı almayı başardım. 20 Küsür gün paramı işlettiler, sonrasında ise geri taksit taksit ödüyorlar! Geri ödemelerini bile 4 taksitle yapıyor olmaları bile dolandırıcılık gibi geliyor bana. Tamam, ben de taksitle almıştım ama sen bankadan paranı toplu bir şekilde almadın mı? Aldın diye biliyorum. E o zaman bana niye taksitle ödüyorsun? Öyle... 

Bu süreçte neler yaptım? İstanbul Bilişim'i her gün aradım, her gün aynı cevapları aldım ama aramaya devam ettim, www.sikayetvar.com üzerinden şikayet kaydı da açtım. Aklınızda olsun, çok güzel bir site. hemen firma ile iletişime geçip şikayetimi ilettiler ve ardından da şikayetimi yayınladılar. Şikayetim  yayınlandıktan sonra ertesi gün ödemem geldi, ne tesadüf değil mi...

Velhasıl sorunum çözüldü çözülmesine ama bir aydır bu iş ile uğraşıyorum. Neyse, ben yine hatırlatayım İstanbul Bilişim'den bir şey almanızı tavsiye etmiyorum.

Bu konuyu kapatıyorum, unutuyorum, bundan sonra şikayet yazısı gelmeyecek, güzel şeylerden bahsedeceğim, anlatacağım :)

Not: Sevgili Emel Sevren Pınar yazılardaki konuları takip edenlerden, dönüp "Ne oldu, halloldu mu?" diye soranlardan. Çok teşekkür ederim ilgin için ♥ Emel'in güzel evini, birbirinden güzel tatlılarını ve bunların muuhteşem fotoğraflarını hala görmediyseniz çok şey kaçırıyorsunuz, buyurunuz TIK TIK


26 Mayıs 2014 Pazartesi

Bumerang - Görsel Reklam Mevzusu

Bumerang'ın yeni başlayan "Görsel Reklam"ları hakkında ne düşünüyorsunuz? 

Daha önceki yazılarımı takip edenleriniz bilirler,  Bumarang üyesi olmama rağmen metin reklamlarını blog sayfamda yayınlamıyorum. Çünkü bir ürün/hizmet hakkında bana verilen standart metin, görsel üzerinden reklam yapmayı uygun bulmuyorum. Hani o ürünü/hizmeti denesem, samimi bir şekilde kendi kelimelerimle anlatsam problem değil ama bana verilen o odanın içerisinde kısılıp kalmak pek bana göre değil. Hem de samimiyet önceliğime biraz ters düştüğünü hissediyorum... Bu nedenle de blog sayfamda sadece Google'ın zararsız reklamları var.

Yazarkafe'ye son yazılarımı gönderirken denk geldim yeni reklam sistemine. Görsel reklamlar... Henüz tam performans kullanıma geçmediği için biraz çekingen yaklaştım konuya. Ancak anladığım kadarıyla zararsız, aynı You Tube video reklamları gibi görünüyor. Sayfaya girildiğinde tam sayfa reklam çıkıyor, istenirse sürenin sonuna kadar bekleniyor, istenirse de köşedeki kutucuğa basılarak kapatılıyor.

Bir de ödeme konusu var. Malum, sayfamıza reklam koyuyoruz ki birazcık gelir elde edelim, belki bir kahve parası çıkartalım (En azından kendi sayfam adına konuşmam gerekirse Google reklamlarından, kahve parasından başka bir şey çıkartamıyorum). Bumerang hazır paket verdiği reklamlardan güzel sayılabilecek paralar vermesine rağmen, bu görsel reklamlardan kuruş birimiyle ödeme yapıyor görünüyor. Sayfalarına bilhassa  "başlangıç aşamasında komisyonlar düşük tutulmuştur, ileride artacaktır" gibi bir not koymalarına rağmen bana biraz tuhaf geldi. Sonuçta sayfamda reklam yayınlanıyor mu? Yayınlanıyor. Gösterim ya da tıklama oluyor mu? Oluyor. Bumerang, reklam veren şirketten para alıyor mu? Alıyor. Bu denklemde kazanç sağlamayan tek taraf, blog sayfaları malesef ki...

Tamamdır, ben blog sayfamı kendim için tutuyorum. Hiçbir para kazanmasam bile yazmaya devam edeceğim, birinci önceliğim para kazanmak değil. Ancak bir yandan da "5 al, 1 ver" mantığı birazcık can sıkıyor. Bilemedim ki...

Bumarang üyesi blog yazarlarının bu konuda fikrini duymak isterim. Sizler bu reklam konseptine nasıl bakıyorsunuz, sayfanızda kullanmayı düşünüyor musunuz?


23 Mayıs 2014 Cuma

İstanbul Bilişim'den Alışveriş Yapmadan Önce Hazırlıklı Olun

Kızlı Erkekli Kedili olarak bu blog sayfamın, güzel anılardan, mutluluklardan, gezilerden oluşmasını tercih ediyorum. Arada ülke gündemine dair mutsuzluklarımı içeren yazılar da kaçabiliyor, olur o kadar...

Bu yazımda sizlerle İstanbul Bilişim'in internet satış sitesi olan http://www.istanbulbilisim.com.tr'den nefret etmiş olma sebebimi anlatacağım. Buradaki amacım, bir gün bu siteye yolunuz düşerse, sakın ki sakın alışveriş yapmayın!

7 Mayıs tarihinde verdiğim bir siparişim oldu. Bu sırada emsallerine göre ucuz olan fiyatı, bu siteden alışveriş yapma nedenimdi. Sabah saatlerinde verdiğim siparişin ardından 2 saat içerisinde ilgili yerden bir telefon aldım, stoklarında ürünün kalmadığını (internet sitelerinde hiçbir stok sıkıntısı görünmüyordu) ve benim için de uygunsa siparişimi iptal edeceklerini söylediler. Tamamdır, hiç mühim değil diye düşündüm ve onayladım. Ödememi kredi kartımla yaptığım için kartıma iademin 7 gün içerisinde gerçekleşeceğini belirtildi. Hadi bu da çok problem değil diye düşündüm (benim paramı 7 gün boyunca hesaplarında tutup, işletmeleri kabul edilebilir değil ama neyse...). Bugün günlerden 22 Mayıs, halen bir ödeme alamadım! Yani tam 15 gün oldu! Telefon ile ilgili departmanı her aradığımda (iki haftadır, her gün) aramızda şöyle bir diyalog geçiyor:

"Hanımefendi, ödemeniz işlem sırasına alınmış ve bu hafta içerisinde yapılacaktır" 
"Bana taahüt edilen "7 gün içerisinde ödeme" konusu ne oldu?"
"7-10 Gün içerisinde ödenecektir diye bilgi verildi size."
"Ee? 15 Gün oldu?
"İşleminiz ödeme sırasında, bu hafta içerisinde yapılacaktır."
"Beni şikayet hattınıza aktarın, şikayet kayıdı açmak istiyorum."
"Şikayet hattımız yok."
"Nereye şikayet ediyoruz peki?"
"İnternet üzerinden alınıyor. İnternet sitemizde ilgili formu bulabilirsiniz"

Bu görüşme üzerinde her defasında internet sitelerini ziyaret ettim ve ilgili formu bulamadım. Eminim vardır, yasal olarak olmak zorundadır diye tahmin ediyorum. Ancak tahminim öyle bir yere saklamışlar ki bulamıyorsun.

Velhasıl çıkmaza girdim, geri ödeyecekler diye bekliyorum. Bu sırada kesilen kredi kartımın borcunu da ödemek zorunda olduğumu hatırlatmama gerek yok sanırım...

Siz siz olun İstanbul Bilişim'den bir şey almayın.

SONUÇ BURADAKİ YAZIMDA: TIK TIK




21 Mayıs 2014 Çarşamba

Bebek Şampuanı Kullanan Yetişkinler Kulübü

Saçlarım ipek gibi, kokum bebek gibi, dıdıdım dıdıdım....

Evet, 30 yaşımızdan sonra "bebek şampuanı kullanan yetişkinler kulübü"ne katılmış bulunuyoruz, vatana ve millite hayırlı ve de uğurlu olsun.

Her şey eşimin saç derisinde dönem dönem yaşadığı alerji problemiyle başladı. Doktorlara gidildi, cilt doktorlarının hep yazdığı yüz küsür liralık şampuanlardan alındı, kullanıldı, geçti, geri geldi... Böyle uğraştık durduk... Yaz gelmeye başlayınca yine alerji sorunuyla karşı karşıya kalmıştık ki bir anda aklımıza bebek şampuanları geldi. Deterjansız, parabensiz, kremsiz, en düşük seviyede kimyasal madde içeren bir formül... Neden olmasın dedik... Hazırda evde de vardı (makyaj fırçalarımı yıkamak için kullanıyorum), haydi deneyelim diye heyecanlandık...

Hakkında yorum yapabilecek kadar bir süredir Johnson&Johnson bebek şampuanı kullanıyoruz. Derneğimizi genişletmek ve tüm dünyaya yaymak adına olumlu ve olumsuz özelliklerini sıralamak isterim :) Buyurunuz:

Bebek şampuanı hakkındaki güncel tecrübelerimi ,toplam 6 aylık kullanımın ardından yeni bir yazıda anlattım. İlgili yazı için TIK TIK (Yeni pencerede açılır)

OLUMLU YÖNLERİ

Şampuan göz yakmıyor! Daha ne olsun... Duş sırasında göz yakmamasını da geçtim, duştan sonra da insanın gözleri yanar ve kurur ya, işte o da yok, şahane! 

Gerçekten bebek gibi kokuyorsunuz. İnsanı en eski çocukluk anılarına götürüyor, duştan çıkınca Heidi'nin şarkısını söylerken yakalıyorsunuz kendinizi. 

Bebek şampuanı kullanarak makyajınızı çıkartmak çok güzel bir deneyim. Cildiniz bebek gibi oluyor, misler gibi kokuyor, makyaj artığı kalmıyor (Suda çıkmayan rimellerde sıkıntı var, çok iyi çıkartmıyor. Bu nedenle göz makyajımı kendi hazırladığım zeytinyağı ve gülsuyu karışımım  ile temizliyorum, sorun kalmıyor)

Çok güzel bir makyaj fırçası temizleyicisi. Bol bol köpürte köpürte, bir güzel yıkanıyor ki sormayın... Hem de fırçalarınıza zarar vermiyor.

Pompalı şişe çok güzel bir icatmış :) Biliyorum, annelere banyo sırasında kolaylık olsun diye yapılmış ama yetişkin kullanımı için de büyük kolaylık. Bas, yıka...

Bebek cildinin hassas yapısı için özel üretilmesi sebebiyle bizim cildimize de çok nazik davranıyor, alerji yapmıyor, kurutmuyor... Deterjan içerikli değil, düşünün... 

Eşimin cildindeki alerjiler tamamen geçti, yüz küsür liraya doktorun verdiği şampuana göre kat kat iyi sonuç aldık.

Saçlarım çok dökülür normalde. Bebek şampuanı kullanmaya başladığımdan beri bıçak gibi kesildi, banyonun yerlerini kaplayan kopuk şaçlardan eser kalmadı.

Sabah yıkadığım saçlarımın, akşamına kontrolsüz bir şekilde yağlanmış olması probleminden kurtuldum. Çok rahat bir şekilde iki gün misler gibi saçal gezebiliyorum.

Saçlarım ipek gibi oldu, yumuş yumuş.


OLUMSUZ YÖNLERİ (Bu maddelerin hiçbiri benim için geçerli değil ama internette, blog ve forumlarda bu yönde sıkıntılar dile getirilmiş)

Alıştığımız yetişkin şampuanları gibi köpürmüyor. (Benim için olumsuz değil, doğala daha yakın olduğunu kanıtlamasıdır)

Hafif formülü sebebiyle, büyük kesimlerce "yeteri kadar temizlemediği ve yetişkin saçına uygun olmadığı" iddiası var. (Zaten eski zamanlardaki gibi haftada bir yıkanmıyoruz, her gün ya da gün aşırı yıkandığımızda saçımız ne kadar pisleniyor olabilir ki)

Kremsiz olması bilhassa kadınlarda, uzun saçlılarda dert konusu olmuş. Bu konu doğrudur, saçları karıştırıyor. Bu durum karşısında benim tavrım, başımı çok evire çevire yıkamamak oldu :) Nasıl derseniz, başımda ellerimi zilyon tane daire çizerek yıkamıyorum. Daha çok dip kısımları ellerimle yukarı aşağı yaparak yıkıyorum, çok karıştırmıyorum. Saçımın da bir süre sonra bu düzene alışacağını düşünüyorum.

Yine kremsiz olması sebebiyle kepek yapacağı iddia ediliyor. Bizim saçlarımız zaten yağlı, şuana kadar da bir problem yaşamadım, ne kadar kurusa da kepek problemi olacağını sanmıyorum. 

Biz Johnson&Johnson bebek şampuanı kullanıyoruz. İnternetteki yorumlarda Dalin'in, saçları biraz daha mat ve sert yaptığını söylemişler.

Bebek saçı için üretildiği ve saçı besleme özelliği olmadığı için yetişkin kullanımda "bakımsızlık" yaratacağı iddia ediliyor. Kimyasal olarak ağır şampuanların bakım anlayışından da endişem olduğu için kendi adıma bu konu ile ilgilenmiyorum. Sadece normalden farklı olarak ayda iki defa doğal yağlı sağ maskesi uygulayarak bu sorundan da çok rahat bir şekilde kurtulunabileceğini düşünüyorum.

Boyalı saçları matlaştırdığını söylüyorlar. Ben bunu tecrübe etmedim ama  bilemiyorum tabiki... Çokça röfleli, açma işlemi uygulanmış ya da çok yıpranmış saçlarda nasıl bir etkisi olur, bu konuda atıp tutmayayım.

SON SÖZ

Şaun çok mutluyuz, 6 ayın ya da bir senenin sonunda hala aynı şeyleri düşünür müyüz, bilemiyorum ama farklı şeyler tecrübe edersek mutlaka burada ek not olarak belirteceğim. İnternette konu ile ilgili çok farklı yorumlar var. Çoğunluk ipek gibi saçlara kavuştuğunu yazarken, bu şampuan yüzünden egzama olduğunu yazan bile var. İşte buradan da anlaşılıyor ki tamamen kişiye, saç ve cilt tipine göre farklılık gösteren bir durum. Ufak ufak test edip, uygun ise kullanmakta fayda olacaktır.

Tavsiyemdir, denemeye değer.

Not: Bloglardan esinlendim, duş jeli olarak da bebek şampuanı kullanıyorlarmış. Elimdeki duş jellerim bitsin, derhal ona da başlayacağım. Sonuçta yüzümü yıkarken yarattığı "yumuşacık" hissi, vücuduma da yapacağına eminim.

Bebek şampuanı hakkındaki güncel tecrübelerimi ,toplam 6 aylık kullanımın ardından yeni bir yazıda anlattım. İlgili yazı için TIK TIK (Yeni pencerede açılır)



19 Mayıs 2014 Pazartesi

19 Mayıs 2012 -- Nikah / Düğün Hikayemiz


Küçücük çocuktum, hiç gelin olmak, at üzerinde kalabalığın arasında süzülmek, gelinlik giymek, göbek atmak istemedim... Büyüdükçe bu halim daha da netleşti, düğün ve göbek atmak istemiyordum. Çok şık, asil, ağır başlayıp da sonunda halay başının kim olacağının kavgasının yaşandığı bir gecenin ev sahibi olmak istemiyordum.

Şansıma hayatımın erkeği, eşimin de düşünceleri benimle aynı çıktı. O da göbek atmayı sevmez, halayı ise hiç sevmez... Gösteriş odaklı eğlenceler, körler sağırlar birbirini ağırlar tavırları, hiçbir misafiri mutlu edemeyeceğini bile bile hayatının en güzel gününü sadece onları mutlu etmeye adamalar, masa masa dolaşmalar, takı kuyrukları, su gibi akıtılan paralar... Hiçbirisi bize göre değildi...


Bu fikrimizden emin olunca sade bir nikah yapalım istedik. İstanbul'daki evlendirme daireleri içerisinde en ferah olanı Kadıköy Evlendirme Dairesi'ni seçtik, 19 Mayıs 2012 olarak günümüzü aldık (Evet 19 Mayıs, hem bizim bayramımız, hem de her sene tatil). Günümüzü alırken bize sordular, üzerine kokteyl ister misiniz? Çok aklımıza yattı ama nikahımıza şehir dışından ailelerimiz de gelecekti, onları bir limonatayla uğurlayamazdık. Düğün de yapmak istemiyorduk... İşin içinden çıkamadık bir süre. Sonunda karar verdik, nikah yemeği yapacaktık. Şehir dışından gelen ailemizi aç açına geri göndermemekti amacımız. Mekan araştırırken, bir anda annemin çok yakın arkadaşı Leyla teyzemizin Levent'te bulunan restoranı geldi aklımıza. Hem yeri çok merkeziydi, hem Leyla teyzenin yemekleri dillere destandı, hem de mekan tam olarak 50 kişi ile kapatabileceğimiz büyüklükteydi. Bunların yanında o kalabalığın içerisinde kendini soyutlamayı başaran yemyeşil bir bahçesi vardı. Her yönden bizim için yaratılmış bir mekandı... (Cafe Türk'ün Adres ve İletişim Bilgileri İçin TIK TIK). Bu yönde organizasyonlarımıza başladık...



Evlenmek için öncelikle gelinlik almak gerekiyordu, atlanamayacak en önemli şeydi :) Beyaz elbise isterim, beyaz elbise isterim diye gezindim ortalıkta. Haftaiçi bir akşam iş çıkışında Cevahir Alışveriş Merkezi'nin içerisinde kocaman bir mağazası bulunan Oleg Cassini'ye gittik (Yanımda ne annem, ne ailem, ne arkadaşlarım. Sadece eşim vardı...). Orada bize yardımcı olan şirin kıza anlattım derdimi, birkaç model denedim, cık cık olmadı. Mağazanın içerisinde turladım, indirim reyonunu buldum, bir model aldım elime, kabine girdim, denedim, cuk olmuştu. Tamam alıyorum dedim ve 15 dakika içerisinde mağazadan çıktık. Fiyatı telaffuz edemeyeceğim kadar komikti, hiçbir terzilik gerekmiyordu, al-çık modeliydi :) Bu hikaye için kıssadan hisse: Gelin adayları, kafanıza çok takmayın, taktıkça zorlanıyor her şey. Sade, şık gelinlikler için Oleg Cassini'ye uğramınızı tavsiye ederim. OLEG CASSINI RESMİ SAYFASI İÇİN TIK TIK


Ayakkabı bulmak benim için çok daha zor oldu. Çünkü beyaz ayakkabı arayınca "gelin ayakkabısı" oluyor. Her yer taşlı tuşlu, bol topuklu, platformlu ayakkabı doluydu. Benim istediğim ise dümdüz, beyaz ve rahat bir babetti. İnadına olur ya arayınca bulamazsın, ben de o dönem aradım ve bulamadım; hala her yerde gözüme takılıyor beyaz babetler :) Neyse, bir gün ofisteyken annem aradı "Beşiktaş'tayım, beyaz babet gördüm, ister misin?" Eveet dedim hemen... Özetle, ayakkabımı bile denemeden almış oldum :)


Önceki hazırlıklardan bir tek gelin çiçeği konusu kaldı. Gelin çiçeğimi ise yapay istemiyordum, böyle canlı bir günde kumaş çiçek taşımak yakışmazdı. Ben de İstinye'de sıradan bir çiçekçiyle anlaştım ve rengarenk, normal zamanda gelin adaylarının yüzüne bile bakmayacağı ama benim içimi neşe ile dolduran çiçeklerden bir buket hazırlattım. Normal gelin buketlerine göre öyle ucuza geldi ki inanamazsınız... Zevkler tartışılmaz tabiki ama ben iki saat içerisinde kararacak, küçük bir servet ödenmiş buket istemedim. Önemli olan bende yarattığı histi... ve işte buydu...


Damatlık konusu ise en kolaylardan birisiydi. Eşim için D'S Damat'tan güzel bir takım aldık. Şimdi gittiğimiz düğünlerde görüyoruz, damatlar sanki halk oyunlarından fırlamış gibi yelekli, kuşaklı... Papyon taktı sadece eşim. Şuanki aklım olsaydı papyon da istemezdim, rahat rahat siyah kravat taksaydı keşke.


Fotoğraf konusunda ise hakkında hiçbir şey bilmediğimiz, yoldan geçerken uğradığımız ama sohbetimiz sırasında gönlümüzü fetheden Sercan bey ve yardımcısıyla çalışmaya karar verdik. Kendisi bizim istediğimiz sadeliği çok iyi anladı ve hikaye fotoğrafçılığı olarak anlaştık. Bütün gün kare kare her anımızı fotoğrafladı. Tahmin edebileceğiniz gibi kesinlikle stüdyo fotoğrafı ya da poz verilmiş kareler olsun istemedik, her şey doğal ve "biz" olsun dedik. STÜDYO SERCAN'ın Resmi Facebook Sayfası İçin TIK TIK



Pastamız için liseden arkadaşımın sahibesi olduğu Bi'Kurabiye Butik Pasta'yı tercih ettik. Hem leziz, hem de çok şık bir pasta çıkarttılar ortaya. Tabiki o dönem sevgili annem pastacı olmamıştı, eğer olsaydı onu tercih ederdik ;) Bİ'KURABİYE Butik Pasta İçin TIK TIK , PASTACAN PASTA EVİ İçin TIK TIK


Nikah öncesi başka bir hazırlığımız olmadı açıkçası. Şimdi size elimden geldiği kadar nikah günümüzü özetleyeceğim.

Çevrede gördüğüm örneklere göre radikal olan bir şey de eşimle beraber bizim evde hazırlanmamızdı. Gelin bir yerde, damat bir yerde hazırlanıp, damadın gelini gelip alması gibi bir şey olmadı. Bugün bizim günümüzdü ve her dakikasını beraber geçirip, tadını çıkartmak istiyorduk.



Sabah erken saatte makyözümüz geldi. Hülya hanım hem çok tatlı, hem de işinde çok tecrübeli profesyonel bir makyöz, gözüm kapalı tavsiye ederim (HÜLYA ÇEVİK'in Resmi Facebook Sayfası İçin TIK TIK). Ne bir prova, ne de bir ön hazırlık yapmadık. Direkt beni dinledi ve ardından konuşturdu sanatını. Yaptığı makyaj öyle kalıcıydı ki akşam eve gittiğimizde yıka yıka çıkmadı suratımdan.




Eş zamanlı olarak kuaförümüz Hasan da ekibiyle beraber eve geldi. Tüm hanımlar sırayla güzelleşmeye başladılar. Hasan ile daha evvel konuşmuştuk, sadece küçük duvağımı tutturmak için ufacık bir parçayı arkada toplayacaktı. Onun dışında düz fön demiştik (Düz fönlü gelin mi olur demeyin bana, yaptım oldu ;) .) O da tam istediğim gibi bir saç yaptı bana. HAIR ART İstinye'nin Resmi Sayfası İçin TIK TIK.








Bu arada fotoğrafçımız Sercan bey de iş başındaydı ve yardımcısıyla beraber her anımızı fotoğraf karelerine hapsediyorlardı. Tüm bu süreçte bol bol kahkaha, çaylar-kahveler derken asıl "düğün" buydu...


Hazırlıklarımızı tamamladıktan sonra nikah dairesine gittik, nikahımız kıyıldı. Ardından nikah yemeğimizin yapılacağı restorana geçtik. Tam istediğimiz gibi çok samimi, gürültüsüz, fonda hafif olarak bizim seçtiğimiz müzikler, herkes birbiriyle sohbet ediyor... Gelin-damat olarak tadını doyasıya çıkarttığımız, uzun süredir görüşemediğimiz arkadaşlarımızla arayı kapatma fırsatı yakaladığımız 50 kişilik bir yemek oldu. 





Gecenin şüphesiz en güzel süprizi ise canım eşimin hazırladığı, yakın arkadaşının da bu güzel süprize eşlik ettiği konser oldu. Birkaç şarkılık ufak bir konser olsa da benim için çok anlamlı, misafirlerimiz için ise çok samimi bir olaydı. 





Yeni hayatımızın çok güzel bir adımı, anılarımızdan hiçbir zaman çıkmayacak deredece güzel bir günü oldu.

Dip Notlar: 
♥ Bu yazıma eklediğim fotoğraflarda bilhassa ben ve eşim haricindeki insanların fotoğraflarını seçmemeye çalıştım. Gizlilikleri sebebiyle hepsinden öncelikle izin almam gerekiyordu, bu nedenle hiç o işe girişmedim.
Gelin adayları: Lütfen öncelikle "siz", "eşiniz ve siz" ne istiyorsunuz, ona karar verin. Başkaları istiyor diye, elalem ne der diye hayatınızın en güzel gününü burnunuzdan getirmeyin. Ayrıca unutmayın ki hiçbir şey mükemmel değildir ve düğününüz de mükemmel olmayacak. Tam da bu nedenle, sevdiğiniz ve sevdikleriniz ile beraber olarak unutulmaz anılarınızı yaratın.
♥ Fotoğraflarımızın hiçbirinde Photoshop yoktur, tamamen ham halleriyle paylaştım. Tüm kusurlarımızla ;)


Son olarak ise aslinda en önemli noktayı söylemek gerek, hayatınızın insanıyla evlenin, en iyi arkadaşınız olsun eşiniz.

Çok sevin, çok sevilin.... Aşk bahane, fiziksel özellikler bahane, her şey geçici, sevgi kalıyor en sonunda....


15 Mayıs 2014 Perşembe

Olur Böyle Şeyler


Olurmuş böyle şeyler... Normalmiş... Öyle dedi...

Utanmadan kameralarının karşısına geçersin, halkının değil... Normaldir...

110 Sene önce toplu ölümlerin yaşandığı ülkelerden örnekler verirsin... Normaldir...

Medya grubun ise bu örnekleri dikkatle dinler, destekler, anlatır... Normaldir...

Seni bir an olsun yanlız bırakmayan medya grubun, iş adamların ve bu grupların en alttan en üst her kademesinde çalışan tüm insanlar da suçunun ortağıdır... Normaldir...

İş adamların demişken, rant uğruna denetimsiz bir şekilde işletmesine izin verdiğin iş adamlarını unutmamak gerekir. Her biri tek tek, aileleri, çalışanları, destekçileri... Suçunun ortağıdır... Normaldir...

Sana defalarca oy vermiş, mevcut akıl-mantık dengelerini kuramamış insanlar ise televizyon karşısında haberleri seyrederken ağlıyorlar. Neden? Madenciler öldü. Neden öldürler? Kazaymış, olurmuş böyle şeyler, vah vah. Normaldir...

Korkarsın ölümden... Normaldir...

Halk ile arana beş metrelik alanda önce asker, arka sırada polis ve onun arkasına da özel koruma zinciri çekmek zorunda kalırsın... Normaldir...

Canının derdine düşüp, korkudan dizlerin titrediğinde markete kaçar, saklanırsın... Normaldir...

Yıllardır sindirdiğin, korkuttuğun insanlar, sarı çizmesi sedyeyi pisletmesin diye çıkartmak ister... Normaldir...

Yıllardır her geçen gün yoksullaştırdığın insanlar, mecburum yeniden gireceğim, çalışmam gerek, der... Normaldir...

Elindeki kanlar her an yüzüne gözüne bulaşır, gece yattığın yatak bile aslında kandandır... Normaldir...

Eğer ki varsa cehennem diye bir yer, eğer ki varsa "kendi içinde yanmak" diye bir gerçeklik, yanarsın umarım. Benim böyle düşünmem ise, normaldir...



14 Mayıs 2014 Çarşamba

"Sadece Bir Kelime" Yeter Mi?

Cuma günü yayınladığım yazımdaki yorumları okurken ve cevap verirken öğrendim ki sevgili KEDİ YUMAĞI beni mimlemiş, sen de birer kelimelik cevaplarla anlat bize kendini, demiş. Hemen koştum, baktım, çok hoşuma gitti konu ve işte buradayım, yazıyorum :) Kedi Yumağı'na da çok teşekkür ederim, biliyorsunuz mimlendiğimde bende bir havalar, bir mutluluklar, bir "ben ne oldum yahuuu" halleri ;)

Mimleri birilerine gönderme konusunda pek iyi değilim. Kim yaptı, kim yapmadı, kim yapmak ister, kim yapmak istemez, bilemiyorum. İşte bu nedenle de her zamanki gibi "Yazımı okuyanların cevaplarını merak ediyorum. Gönlünden geçen yanıtlarsa çok mutlu olurum" diyorum :) Buyurunuz:

Telefonun nerede?
Masamda

Partnerin?
Eşim

Saçların?
Simsiyah

Annen?
Canuş

Baban?
Baba

En sevdiğin eşyan?
Pandora

Son gece gördüğün rüya?
Hatırlasam

Hayalindeki araba?
Büyük

İçinde bulunduğun oda?
Penceresiz

Korkun?
Kaybetmek

On sene içinde ne olmak istiyorsun?
Ben

Saçların?
Az

Sen ne değilsin?
Vicdansız

En son yaptığın şey?
Kahve

Üzerinde ne var?
Sıkıcı

Senin hayatın?
Hayalim

Moralin?
Bahar

Şuan ne düşünüyorsun?
Tatil

Senin bilgisayarın?
İş

Bira?
Tuvalet

Aşk?
Hayatım



12 Mayıs 2014 Pazartesi

Ailemizin Bünyamin'i

Televizyonda seyretmeyi beklediğim çok az insan vardır. Birisi rahmetli Mehmet Ali Birand'dı. Bağlı olduğu Kanal D kanalından bağımsız olarak çok beğendiğim, nefret ettiğim haberleri bana keyifle seyrettiren, sinirlendiğinde gösteren, şakalar yapan, kelimeleri birbirine dolanan ve en önemlisi "gerçek" bir insandı. Bu samimiyetinin, asıl işinin haber sunuculuğu olmamasından kaynaklandığını düşünüyorum. O ekrana her akşam haberci kimliğiyle otururdu, evimizde gibiydi... Hayatımda ilk defa bir televizyon karakterini özledim... Ardından zaten ne Kanal D, ne de diğer kanalları izlemez olduk, haberler de bitti bizim için...

Televizyonda keyifle beklediğim diğer bir isim ise Bünyamin Sürmeli. Çoğunuz tanıyorsunuzdur, CNN'de hava durumunu sunuyor (Tanımayanlarınız için Wikipedia resmi bilgisi için TIK TIK) Sunuyor dediğime bakmayın tabiki, kendisi CNN Türk Meteoroloji Editörü'dür. Bir yandan da böyle havalı bir işi olmasına rağmen karakteri gibi şeker bir takma adı var "havayı koklayan adam" (Medya grubunun radyolarında da bu isimle yayın yapmaktadır). Büyük ihtimalle bu işe ilk başladığından beri düzenli olarak takip ediyoruz. Bu sevgi anneden kıza geçti, ben izlemediğimde annem izlerdi :) 

Bünyamin Sürmeli, hava durumunu sunarken bizi düşünür "Bu ara havalar bir serin, bir soğuk. Üstünüzü kat kat giymeye çalışın" "Bugün kar yağışı yoğun olacak, sıkı giyinin" gibi birbirinden güzel önerilerde bulunur. Belki de samimiyeti buradan gelir. Hava durumu sadece derecelerden ibaret değildir ki, yaşamımızı etkiler. Misal, soğuk havaları sunarken daha ciddi, sıcak havaları sunarken ise neşesi gözlerinden okunur Bünyamin Sürmeli'nin. 

Asıl beni keyifle ekrana bağlayan özelliği, günlük hava tahminlerine geçmeden evvel, meteorolojik olaylarla-terimlerle ilgili bilgi vermesidir. Örneğin, o gün sisli bir hava olacak diyelim. Öncesinde sisin neden oluştuğunu anlatır. Sadece derece değil, bilgi de verir, öğretir. Tabiki tüm bu ciddiyetten sonra "sisli havalarda amannn yollarda dikkat, görüş mesafeniz kısadır" diye de ekler, mutlu eder izleyeni.

Fiziksel özellikleri, konuşması, gülüşü de robotluğun dışındadır, samimidir. İnsanlar sohbet eder gibi, evine gelmiş gibidir. Şirindir, sıcak kanlıdır... Bir de hiç yaşlanmamıştır, ben izlemeye başladığımdan beri aynı :) Biraz kilolar geldi tabi ;)

Bizim çevremizdeki herkes Bünyamin'i izler, sohbetler sırasında "Bünyamin, hava soğuk olacak dedi, aman dikkat edelim" diye diyaloglar yaşanır. Ailemizin Bünyamin'idir yani :)

Bünyamin Sürmeli dışında popüler kanallarda "çıksa da izlesek, saat kaç?" diye beklediğim kimse kalmadı. Ancak İz Tv gibi belgesel kanallarında gözümü kırpmadan izlediklerim, beklediklerim var. Bu hikaye de Ayhan Sicimoğlu ile başlar ama İz Tv konusunda apayrı bir yazı yazmak istiyorum, ona ayırıyorum bu kişileri ve başlıkları.

Sevgiler.

9 Mayıs 2014 Cuma

Birisi "Takıntı" Mı Dedi?


Sevgili KEDİCİ TEYZE ve BÜCÜRÜK VE BEN bloglarının sahibi Müjde ablamız dedi ki "Takıntılarınızı Yazın", "Hangisini?" diye sordum içimden... Öyle çok ki :) Elimden geldiği kadar düzenli bir şekilde aklıma ilk gelenleri sıralamaya çalışacağım. Buyurunuz:

Saat/Dakika Takıntısı: Benim hayatımı en çok yoran takıntım bu olsa gerek. Bilhassa sabahları hazırlanırken çok canımı sıkıyor. Nasıl mı? Şöyle ki, her sabah 06.00'da alarmım çalıyor. Yataktan kalkıp lavaboya gitmek üzere yoldayken ise saatin 06.01 olması gerekiyor :) Sonra hazırlanıp, saçımı başımı topladıktan sonra giyinmek üzere odaya döndüğümde saatin 06.20, kahve ve tost yapmaya mutfağa gittiğimde ise 06.25 olması gerekiyor :) Mutfakta işim bittikten sonra kahvemle beraber salona geçip haberleri açtığımda ise 06.35 olmalı :) Bu dakikaların aksi olursa ne olur, derseniz, "Geç kaldım" psikolojisi ;)

Düzen Takıntısı: Düzen takıntısından kastım pek de alışılageldiği gibi "evdeki düzen" meselesi değil. Evde yaptığım çeşitli işlerin yapılışı sırasında düzen ile ilgili problemim var. Her zaman aynı sırada olacak :) Hep aynı sırayla, aynı işlerle temizlik yapılacak. Yemek, hazırlanmak, giyinmek , makyaj yapmak sırasında da düzenl hep aynı olacak :)

Şerit Takıntısı: Evet yanlış duymadınız :) Araba kullanırken sürekli kullandığım yollarda, hep aynı şeritlerde gitme gibi bir takıntım var. Bazı yerlerde sol şerit, bazılarında sağ ve orta... Elimden geldiği kadar bu düzenlere uymaya çalışıyorum :)

Düzgün Cümle Takıntısı: Konuşurken de yazarken de bu takıntıya sahibim. Elimden geldiği kadar düzgün cümleler, kelimeler kullanmaya çalışıyorum.

Buluşma Saatleri Takıntısı: Birisiyle buluşulacaksa, bir yere saat sözü verilerek gidilecekse mutlaka o saatte ya da öncesinde orada olmak istiyorum, geç kalmak ya da söz verdiğim kişiyi bekletmek, en korktuğum şeylerden birisi. Bu takıntım eskiden çok daha fazlaydı, bazı yerlere buluşma saatinden yarım saat önce gitmişliğim vardır. Ayrıca geç kaldığımda, buluşacağım kişiden yüzbinmilyon defa özür dilerdim, artık o kadar takmamaya çalışıyorum.

Pazar Akşamı Rutini Takıntısı: Pazar akşamı değiştirilmiş yatak çarşafı, temiz pijama ve duşun ardından yatağa girmeliyim. Nedense bu "tam" temizlik hissi ile yeni haftaya başlamazsam işler ters gider gibi geliyor.

Kalabalıkta Durduğum Yer Takıntısı: Eğer çok kalabalık ve kapalı bir alanda ayakta duruyorsam beni en rahat ettiren yer, sırtımı duvara verebildiğim, dış kısımdır.

♥ Tırnak Takıntısı: Son olarak da daha önce bir yazımda paylaştığım (TIK TIK) tırnak takıntımdan bahsedeyim. Uzun, pis, bakımsız tırnaklara katlanamıyorum. Bakınca bile rahatsız oluyorum... Kadınlarda da uzun tırnakları hiç estetik ve hijyenik bulmazken, erkeklerdeki uzun tırnakları ise anlayamıyorum. Sırf bu nedenle takıntılı bir şekilde sürekli tırnaklarımı dibinden kesiyorum (Tırnaklarımı görenler dipten kestiğime inanamıyorlar. Tırnaklarımın tutunduğu iç et kısmı o kadar uzun ki dibinden kestiğimde bile parmağımla aynı boyda oluyor)

Yukarıda sıraladığım takıntılarım, bazılarınıza "deli bu kız, psikolojik tedaviye ihtiyacı var" dedirtebilirken, bazılarınıza ise "normal ki bunlar" diye hissettirebilir. Hayatımızdaki takıntılarımızın bizlere köstek olduğu fikrindeyim. İşte tam da bu nedenle bu takıntılarım, zayıflıklarım üzerinde durmaya ve ufak ufak kurtulmaya çalışıyorum. Belki bir gün gelir, buraya yazdığım takıntılarımdan büyük ölçüde kurtulmuş, daha ferah bir insan olmuş görürüm kendimi.

Sizlerin takıntılarınız neler? 

7 Mayıs 2014 Çarşamba

Adalete Fener Yak


Sosyal medyada çığ gibi büyüyen, change.org üzerinden yürütülen "Adalete Fener Yak" kampanyasında bahsi geçen olayın, futbol mevzusundan çok öte olduğunu hepimiz biliyoruz. İşte bu nedenle, kampanyayı desteklemek hepimize düşecek. Sırf futbol için değil, şuan adil yargılanmaktan çok uzak olan yazarlar, düşünürler, siyasetçiler, askerler... Herkes için...

Futboldan anlamam, utanmasam takımları bile bilmeyeceğim, futbolcuları tanıma konusu ise hak getire... Ancak hepimizin "adalet" ile ilgili büyük endişeleri var. Bu nedenle ben de bu kampanyayı destekliyorum.

Öncelikle change.org üzerinden kampanyanın detaylarını, neye destek olup, neye olmadığınızı öğrenmekte fayda var. Resmi change.org imza kampanya linki ve detaylı açıklamaları için TIK TIK

Baktınız ki anlatılanlar aklınıza yattı, o zaman sizi kampanyanın video linkine de alayım, destekleyen ünlülerin hazırladığı videoyu da seyredin (Malumunuz ülkemizde YouTube'a da giriş yasak olduğu için Vimeo video paylaşım linkini veriyorum) TIK TIK

Tüm bu adımlardan sonra konu aklınıza yattıysa change.org üzerinden imzanızı atıp, siz de destek olabilirsiniz. Sitenin güvenliği konusunda endişesi olanlar var ise hiç endişelenmeyiniz. Öyle güzel kampanyalara katılmışlığım var ki, dünya çapında çok büyük ve etkili bir site olduğunu size garanti edebilirim.

Bir gün bizim de adil yargılanmaya ihtiyacımız olmayacağı ne malum? 

5 Mayıs 2014 Pazartesi

Cennetten Bir Köşe: Turunç Koyu - Marmaris


2013 senesi yaz tatilimiz için Marmaris'in hala bakir kalmayı başarmış mavi bayraklı cennet koyu Turunç'u tercih ettik (Turunç Koyu Hakkında Resmi Bilgiler İçin TIK TIK) Bodrum, Çeşme, Antalya mı derken hem sakin ve huzurlu, hem de tertemiz deniziyle daha gitmeden kalbimizi fethetti Turunç. Her zamanki gibi öncesinde Google abimize sorduk, nasıldır, dedik. Karşımıza pek çok kaynak çıkarttı, teşekkürlerimizi sunduk. Anneme sorduk, sen de gelir misin diye... Onu da peşimizden sürükledik, çok da enfes oldu :) Hep diyorum ya anılar diye... Eşimle ve annemle geçirdiğim, seneler geçse de ilk günkü gibi hatırlayacağım bir tatil oldu. Zaten annemle eşim de çok iyi anlaştıkları ve arkadaş gibi oldukları için hepimizi birbirimize daha da bağlayıcı bir tatil oldu.

Araba ile gitmeye karar verdik. Annemlerin arabasına yükledik eşyalarımızı, attık kendimizi yollara. Araba ile seyahat güzeldir, dura dura, geze geze tadı çıkar... Fazla durunca ise bir bakmışsın ki yol bitmez, hala saatler vardır :) Bizimki de tam o hesap oldu... Her köşe başında durduk, manzara seyrettik, yemek yedik, çay ve kahve içtik...

Marmaris merkeze geldiğimizde "Çok şükür geldik, ne kadar uzun sürdü" diye konuştuk ama Turunç'a giden yola henüz gelmemiştik. Merkezden doğru daracık, virajlı yollardan gittik, dağlara tırmandık ve tırmadık ve tırmandık... Ben korkağımdır, demişimdir daha önce, çok korktum bu yolda da... Sanki köşeden hoop diye arabayla yuvarlanacakmışız gibi geldi... Sonunda dağın tepesine vardık ve kuş bakışı olarak aşağıda uzanan Turunç Koyu'nu gördük. Enfes bir manzaraydı... Döne döne geri indik virajlardan ve koya vardık. Hemen otelimize, odamıza attık kendimizi. Muhteşem manzarası karşısında ise nefesimiz kesildi, işte cennet, dedik.

Otelleri de Google abimize sormuştuk, nerede kalınır, demiştik. Yine karşımıza pek çok alternatif çıkarttı. İçlerinden bütçemize uyan, ön cephe odalı, en güzel manzaralı, denize sıfır özel plajlı ve koyun uç kısmında olması sebebiyle sakin bir otel olan Diplomat Otel'i seçtik (Diplomat Otel Hakkında Resmi Bilgiler İçin TIK TIK). Diplomat Otel hakkında internette güzel yorumlara pek rastlayamazsınız. Bilhassa güler yüzlü, yardımcı işletmecilik konusunda çok ağır bir şekilde sınıfta kalıyor. Sabihi olan beyfendi biraz asabi, eşi deseniz o da öyle, bir de kızları var ki suratınıza bakmıyor; aile boyu suratsızlık söz konusu malesef ki... Dediğim gibi otelin tek avantajı, güzel konumu...

Kaldığımız otelin sahilden görüntüsü.



Otele vardıktan sonra durur muyuz hiç, hemen üzerimizi değiştirip sahile indik. Soğuk biralarımızı söyledik... Ayaklarımızı uzattık... İşte geldik, buradayız...


Kargalarla beraber kalkmaya alışık olduğum için tatilde de saat kuracak kadar sapık bir insanım... Tam güneşin doğuş saatine göre alarmımı kurdum. Sabah olunca da hemen balkona koştum, dağların arkasında önüne kattığı gölgelerle yükselmeye başlayan güneşi gördüm... Hemen eşimi uyandırdım, beraber seyrettik güneşi... İki oda yanımızda kalan anneme de haber verdim, ayrı balkonlarda olsak da aynı büyüyü yaşadık, muhteşemdi... Tatilimizin kalan her gününde de aynı şeyi yaptık, bu bir rutin haline geldi... Sabah kahvelerimizle beraber kahvaltıdan önce güneşi karşıladık manzaramızda...


Balkonumuzdan ve manzaramızdan bahsederken abartmıyor muşum, değil mi? Muhteşem bir görüntü...


Her sabah doğurduğumuz güneşin ardından uyumak yok! Hemen mayolar giyiliyor ve sahile iniliyor. Çarşaf gibi denizde uzun uzun yüzülüyor ve ardından sabah güneşinin bol vitaminiyle kısa bir güneşlenme... 


Kahvaltı saati geldiği an kahvaltı alanında bitiyorduk :) Açık büfe olarak adlandırılan kahvaltı, sıradan istekleri olan bir tatilciyi çok memnun edecek ölçüdeydi. Domates, salatalık, biber, yurumurta, peynir, bal ve reçel... Yanında sıcacık ekmek ve iyi demlenmiş bir çay da olunca bize yetti de arttı bile.


Kahvaltı alanı, otelin sahil kısmındaki büyük bir verandaydı. Tepemizde dizi dizi üzüm salkımlarıyla çok keyifliydi.



Bazı günler kahvaltının ardından sadece şezlongta uyuyup, uyanarak geçirildi. Bazı günler ise etrafta neler var diye keşfe çıktık. Gerek otele, gerekse çevredeki yerlilere danıştık. Hepsinin ortak fikri, yakın mesafede olan "Bayırköy"ü ziyaret etmemiz gerektiğiydi. Bayır köyüne gittik, köylülerin senelerdir yaşam mücadelesi verdiği dev gibi bir çınar ağacı vardı. Çınar ağacının hemen altında küçük bir kahvede türk kahvelerimizi yudumladık.
Bayırköy Hakkında Resmi Vikipedi Sayfası İçin TIK TIK



Her yerde olduğu gibi burada da pisicikleri buldum, peşlerinden makine ile koştum. O kadar hareketlilerdi ki pek düzgün kareler yakalayamadım.


Bayır Köyü'nden çıktıktan sonra bize yine çevredekilerin önerisi olan Turgut Şelale'si bölgesine gittik. "Öyle güzel şelale var, böyle güzel şelale var, mutlaka gitmeli" dediler. Ne yalan söyleyeyim... İşte fotoğrafta gördüğünüz gibi, musluk niyetine su akıyor. Şelalenin suyu ise tahminim 15 derece falandır, ayağı sokmak bile zorluyor insanı. Her yerde olduğu gibi burada da turistler vardı, Almanlar suyun içerisinde yatmış keyif yapıyorlardı. 


Benim cengaver kocam da dedi, benim Almanlardan ne eksiğim var. Attı kendini suya... Nefesi kesildi, 10 saniye bile kalamadı içinde... Ama başardı, fotoğrafta görebileceğiniz üzere, gururu ölümsüzleşti.

Bir de Kızkumu'na gittik. Fotoğraflardan hepimiz biliriz, denizin ortasından şerit halinde kum geçer. Kumlu bölge diz seviyesinde, diğer yerler ise normal derinliktedir. Aşağıdaki fotoğrafı ben çekmedim tabiki ama bölgenin en meşhur fotoğrafı olduğunu düşünüyorum. Kuşbakışı görüntüsüyle daha iyi akıllarda canlanabileceğine eminim.


Ahh o mavi havlularımız. Her fotoğrafımızda mavi havlumuz var. O an akıl edememişiz, her fotoğrafı rengiyle taciz etmiş.


Bu diz derinliğinde durduğumuz nokta, resmen denizin ortası. Öyle farklı bir tecrübe ki... 360 derece etrafın sularla çevrili, denizin ortasındasın ama denizin içinde değilsin...


Tatilimizin bir gününü ise Turunç Koyu'ndan kalkan gezi teknelerine ayırdık. Sabahtan akşama kadar o koy senin, bu koy benim gezdik. Her koyun farklı doğal yapısıyla büyülendik, bol bol yüzdük... Gidildiğinde mutlaka yapılası gereken bir aktivite.


Tekne ile koylar arasında gidip gelirken dört bir yanımız, birbirinden güzel manzaralarla çevriliydi. Hele aşağıdaki fotoğrafta görebileceğiniz ufak ev aklımızı kaybetmemize neden oldu. Bu evin amacını bilemiyoruz. Kendisine özel ufak bir plajı ve ardından metrelerce uzanan bir dağı var. Ulaşımı nasıl, kim yaşıyor derken, burada yaşamanın, görebileceğimiz en uçuk rüyalardan da farklı olacağına karar verdik...


Gittiğimiz farklı koylar içerisinde en çok bu koyu beğendik. Cennetten bir köşe, rüya gibiydi. Açık mavi, kum deniz... 


Bu mavi sularda, yüzmelere doyamadık... Bağlı olduğumuz müddetçe hiç denizden çıkmadık.


Tatilimizin her gününün sonunda akşam saatlerinde odalarımıza çıktık. Duş alıp giyindikten sonra bizim balkonda toplandık, manzaraya karşı kahvelerimizi içtik. Ardından akşam yemeği için aşağıya indik. 

Benim annemin kalbi gibi kendisinin de nasıl güzel bir kadın olduğunu daha önce görmemiştiniz. Bu yazıda kullandığım fotoğrafları için izin almadım kendisinden, gizli görev :) Umarım kızmaz bana... Böyle bir yazıda onun da fotoğrafları olmasaydı, eksik kalırdı her şey. 


Akşam yemekleri de açık büfeydi. Sabah kahvaltısının aksine daha çok çeşit oluyordu. Her yediğimiz yemek miiiiss gibi ev yemeğiydi. Otellerdeki açık büfeler gibi kat-katıştır-karıştır usulü çeşit çıkartmıyorlardı. Her akşam çok memnun kaldık...

Ayrıca annemle eşimin, ben ve annemden daha çok birbirlerine benzediklerini görebiliyorsunuz. Üçümüz beraber olduğumuzda annemi herkes kayınvalidem zannediyor. Ben bu konularda kıskancımdır, kıskanıyorum, hayııırr benim annem oooo, diye mızmızlanıyorum :)



Akşam yemeklerinin ardından Turunç Koyu boyunca yürüyüşe çıktık. Güneşten yanmış tenimize vuran akşam rüzgarının getirdiği serinlik hissiyle saatlerce yürüyorduk. Bazen çevredeki dükkanları gezdik, bazen sahildeki barlarda bir şeyler içtik. Ama her akşam mutlaka sahildeki şezlognlara yatıp, yıldızları seyrettik...



Son akşamımızda annem bize muhteşem bir balık restoranında yemek ısmarladı. Orada yediğimiz balığın tazeliği, lezzeti, sunumu hala aklımda... Tatilimizi sonlandırmak için çok güzel bir yemek oldu. Tadı damağımızda, anıları aklımızda kaldı Turunç Koyu'nun...


KISA KISA NOTLAR:
♥ Araba ile değil de uçak ile giderseniz, Dalaman'dan Marmaris'e, Marmaris'ten de deniz yolu ile direkt Turunç'a geçebilirsiniz. Marmaris-Turunç arası tekneler tüm gün boyunca deniz taksi usulü hizmet veriyorlar. Karayolunun zorluğu, deniz yoluna yönelmeyi mecbur kılmış.
♥ Şelale bölgesine giderseniz, yanınızda tene sıkılan sinek kovucu sprey gibi bir destek götürmeniz iyi olabilir. Ormanın ortasında, nemli bir ortam olunca, sivri sinekler de kaçınılmaz oluyor.
♥ Kızkumu'na giderken yüksek korumalı güneş kreminizi almayı unutmayın. Denizin ortasında ne olacak demeyin. Dizinizden üzeriniz açıktayken denizden yansıyan güneş ışınlarıyla, korunabileceğiniz bir gölge de olmayınca çok ciddi yanık geçirebilirsiniz. Bkz: Açık tenli ve sarışın kocam.
♥ Turunç Koyu'na giderseniz, koyun orta kısmı değil de daha çok dış kısmındaki otelleri tercih etmenizi tavsiye ederim. İç kısımlar hem gündüz, hem de gece en kalabalık alan oluyor. Ayrıca orta kısımlarında sahil şeridi oldukça dar. Bu nedenle de kalabalıklık daha bir rahatsızlık yaratabiliyor. Bizim tercih ettiğimiz otel de koyun dış kısmındaydı, o anlamda sakinliğinin ve geniş sahilinin faydasını gördük.
♥ Tekne turuna giderken mutlaka yanınıza atıştırmalık bir şeyler alın. Öğle yemeği dışında gün içerisinde yüzdükçe acıkıyor insan.
♥ Bölgenin leziz balıklarının tadına bakmayı unutmayın.
Her yazımda söylediğim gibi, en önemlisi: Yanınıza sevdiklerinizi alın. Sıkı sıkı sarılın, bol bol sohbet edin, fotoğraf çekinin, anılarınıza kaydedin.

Sevgilerimle.